''Döktüğüm yaşları bağışlıyorum. Acıları ve aldatmaları bağışlıyorum. İhanetleri ve yalanları bağışlıyorum. İftiraları ve ahlâksızları bağışlıyorum. Nefreti ve zulmü bağışlıyorum.Yüreğimi yakan darbeleri bağışlıyorum. Yıkılan hayalleri bağışlıyorum.Ölen umutları bağışlıyorum. Sevgisizliği ve kıskançlığı bağışlıyorum.Umursamazlığı ve kötü zihniyeti bağışlıyorum.Haklılık uğruna haksızlık edenleri bağışlıyorum.Öfkeyi ve şiddeti bağışlıyorum. İhmalkârlığı ve unutkanlığı bağışlıyorum.Bütün kötülükleriyle dünyayı bağışlıyorum.''(alıntıdır.)

Sus Artık Sesim...



0 yorum
Hangimiz kendimiz olarak mutluyduk ki?
Onun için değil miydi zaten bize kendimizi unutturanlara,aşka ve sanata hayran olmamız,onun için değil miydi zaten aşık olduklarımızı bir tanrı ya da tanrıça gibi görmemiz,onların bir mucizeyi gerçekleştirdiklerine ,bizi değiştirdiklerine inanmamız?
Uzun ve imkansız kaçışımızda bize yardımcı olan herkese minnettardık.
Ama kaçınılmaz olarak kendi gerçeğimize döndüğümüzde,kızdığımızda kendimiz değil, bir zamanlar bizi mutlu etmiş olanlar,öfkeleniyorduk onlara, bizi kandırdıklarını düşünüyorduk, o mutluluğun sonsuza kadar sürmemesinin nedeninin onlar olduğuna inanıyorduk,o mutluluğu bozanın bizim gerçek varlığımız olduğunu itiraf etmemiz imkansızdı,bunu yapan biz olamazdık,çünkü biz bizden başkasıydık.
O mutluluk anını çatlatan sözü söyleyen biz değildik,o muhteşem unutuşu,sahip olduğumuz herşeyi değersiz bulduğumuz gibi ,değersiz bulup yere çalan biz değildik,biz değildik bize yakınlaşan herkesi kendimizi aşağıladığımız için aşağılayan.
O uzun imkansız kaçışta,kendimize sürekli anlatmak istediğimiz,içimizdeki yargıcı ikna edebilmek için sürekli söylediğimiz hep aynıydı:

''Benim hayatımı mahveden ben değilim ,onlar mahvetti benim hayatımı.''

Hayatımıza girmiş ve oradan suçlu ilan edilmeden çıkmayı başarmış kaç kişi vardı?
Bu kadar çok suçlunun hayatımızda birikmesi bizi kuşkulandırmıyor muydu?
Bunca suçlunun ancak bir hapishanede bir araya gelebileceğini hiç düşünmüyor muyduk ?
Kuşkulanmasak ve düşünmesek bile seziyorduk.


''Sisli bir sahranın dibinde bağdaş kurmuş
Köhne bir sfenksin çöllerde unutulmuş 
Yapın vahşi ,akşamları yükselir sesin
Şarkını batan güneşlere söylersin.''

Unutuşun ve hatırlayışın atlarını batan güneşlere doğru sürüyor,şarkımızı batan güneşlere söylüyorduk.
Atlarımız kendi hapishanemizin duvarları içinde ,o duvarlara çarpa çarpa,kendilerini ve bizleri yaralaya yaralaya koşuyorlardı.
Kendimizi bir başkası sanarak yaşıyor ve aslında kim olduğumuzu asla tümden unutamıyorduk,kendimize doğru sürükleniyor,en hayati anda birden kendimiz gibi davranarak varlığımızdan intikam alıyorduk.
Bunun nedenini hep merak ediyorduk ama hiç bir zaman da tam anlayamıyorduk.
Bir kiliseyi gezerken felç geçiren ve hayatı gibi ölüme gidişi de sıkıntılı olan '' Kötülük Çiçekleri'' nin şairiyle birlikte yalvarıyorduk o vakit.


''Hadi şimdi nedenini aramayı bırakın
Meraklı,güzel,tatlı sesim  ne olur sus artık''

Sussun diye içimizdeki o ses nasıl hasretle bekliyor ,nasıl sığınmaya çalışıyorduk unutuşlara ve hatırlayışlara.

Ama susmuyordu.

Sandığımızdan başka biri olduğumuzu zehir solur gibi fısıldıyordu kulağımıza.

Ahmet ALTAN 

0 yorum:

Yorum Gönder

newer post older post